ALP EREN BALTACI



More Cool Stuff At POQbum.com

HABERLER
   
  Alp Eren Baltacı
  Atsız'a Mektup
 
 

ATSIZ'A MEKTUP

 Bu yazıya başlamadan önce gözlerimden birkaç damla yaş döküldü. Belki kızacaksınız; ‘Sana söylememiş miydim?’ diyeceksiniz… İyi hatırlıyorum, bir şiirinizde şöyle seslenmiştiniz:

Iztırap çek, inleme… Ses çıkarmadan aşın

Bir damlacık aksa da, bir acizdir gözyaşın

Şimdi o ızdırabı derinden çekiyorum. Maalesef inliyorum; sesimin daha uzaklara, Tanrı Dağları’na, Altaylara kadar uzandığını iyi biliyorum. Fakat yankısından başka bir şey duyamıyorum. Üzülüyorum, boyun büküyorum; bana yakışmaz deyip doğruluyorum, göğe bakıyorum, sizi görüyorum ve sevinip tebessüm ediyorum… Kucak açmışsınız, ‘ Hadi, gel! ’ diye seslenişinizi, çağrınızı gönülden hissediyorum; titriyorum, bir sıçrayışta yükselmek istiyorum, yapamıyorum, düşüyorum… Yerde acıyla kıvranırken hunharca çiğneyip eziyorlar beni… Boş bakan ruhsuz sürülerin oyuncağı oluyorum. Kedinin yumakla uğraştığı gibi oradan oraya tepiyorlar, sesim de çıkmıyor artık.


Yalnızım; bedenim ve ruhum bir köşede çürümeye mahkûm edilmiş. Kendimi yüz yaşına varmış, yorgun, biçare bir ihtiyar gibi hissediyorum. Kanım çekilmiş, gözlerim çukurlarına gömülmüş, kulaklarım işitmez olmuş, kafamda birkaç beyaz saç teli, bedenim sadece kemik ve deriden ibaret. Derdimi anlatacak derman bile bırakmamış zaman ve hayat bende. Zaten soran da yok. Beni bu karanlıktan söküp alacak bir ışık bekliyorum. Fakat ölüm en güzel aydınlığın habercisi, güneşi bile kıskandırır… Sabırsızlıkla bekliyorum. ‘Ya Sabır! Tanrım biraz daha sabır! ’


Unutuyorum bazen her şeyi; kendimi, maziyi, atiyi, sizin bize emanetinizi. Atılıyorum ‘şimdi’nin insanı cezbeden kollarına. Bazen sevgilinin yanaklarıma kondurduğu sıcak busenin büyük bahtiyarlık olduğunu düşünüyorum. Bazen de dalga geçiyorum her şeyle. Daha çok zamanımın olduğunu sanıp kendimi avutuyorum. Hayatı bir şiir sanıp defalarca tekrar ediyorum. Umursamıyorum bile üzerime yüklenmiş büyük vazifelerin ağırlığını. Rüya âleminde, masallarda, Kaf Dağı’nda geziyorum, boş boş… Uyanınca bu aptal uykusundan, utanıyorum. Oysa asıl, bir hece kadar kısa hayat benimle dalga geçiyormuş, hem de nasıl? O ağır yükleri umursamadıkça altında kalmışım, artık taşıyamıyorum. Çekiniyorum, daha fazla ezilmekten korkuyorum… Fakat mecburum, çevremde bu yükü paylaşacak pek kimse kalmamış... Bedenimi ve ruhumu hazırlamadan, bir hışımla tutup kaldırıyorum, bir iki adımdan sonra tökezleyip düşüyorum, sarp kayalıklara çarpa çarpa yuvarlanıyorum; vazifelerim, yüklerim, hedeflerim de arkamdan geliyor... Hepsiyle beraber bir bataklığa saplanıyorum. Bir merhametli el bekliyorum, kurtaracak. Bu kez kötü adamlar geliyor, çirkin emellerinden ve fikirlerinden süzülmüş zehri içmemi teklif ediyorlar, kurtarma karşılığında. Kabul etmiyorum, tükürüyorum suratlarına. Çırpınışlarımı acı acı gülerek seyrediyorlar. Onlara değil kendime kızıyorum, yazıklar olsun bana. Umursamadan geçen o zamanlara kocaman bir ‘EYVAH!’


Kalplerin karanlığı zaman zaman şavkımı ve şevkimi benden koparmak istiyor. Üç beş kendini bilmez densizin alay konusu olmuşum. Hatta attıkları iftiralar o kadar sürekli olmuş ki, kendimden şüphe etmeye başlamışım artık. Arkadaşlarım bile beni hayalcilikle suçluyorlar. Kimseye fikirlerimi sunamıyorum. Doğru yolun susmak olduğunu işlemeye çalışıyorlar. Susturamadıkları yerde bazen dinsiz demişler, bazen kafatasçı bazen de faşist hükmünü verip kırmışlar kalemimi. Milletimizin parlak istikbalinin önüne gerdikleri kapkara perdeleri aşılmaz duvar gibi gösterip daha yolumun başında vazgeçmemi düşündüler. Fakat o perdeleri bir nefesle sallarım, tek darbede yırtarım ve bir hamlede bütün güneşleri aziz milletimin önüne sererim. Çelikten yumruklarım hazırdır, gökten gelecek emirle zamanın ve dünyanın bütün çirkinliklerini hâk ile yeksan etmeye amadedir. Yurdakul’un şu sözü mânidardır:

Bu zavallı sürü için ne merhamet ne hukuk

Yalnız bir sert bakışlı göz, yalnız ağır bir yumruk!

Biliyorum ki bu ruhsuz gürûha indirmediğim her darbe kendi bedenimi bulacaktır, atalarım ve torunlarım bunun hesabını benden soracaktır. Fakat en güzel sözü yine tarih söyleyecektir.


Hedeflerimin zorluğu yıldırıcı görünse de, yaralarım ağır da olsa; hayallerimden, düşlerimden ve heveslerimden aldığım emsalsiz lezzetin şevkiyle, bütün engelleri aşmaya yetecek kadar kuvvete sahip olduğuma inanıyorum.


‘Uzar, uzar, çünkü hiç sonu yoktur yolların’ demiştiniz. Ben daha yolun başındayım. Artık geçen her dakikada bile Tanrı’nın bana verdiği mühletin azaldığını daha iyi fark ediyorum. Her anımı Kızıl Alma uğrunda harcamayı gönülden arzu ediyorum, uykularımı ‘kutlu kömen ülkesi’nin düşleriyle süslüyorum. Alnımı okşayan rüzgârların, Kürşad ve arkadaşlarının hürriyet uğrunda ölürken alıp verdikleri son nefeslerden kaynaklandığını hissediyorum. Hücum naraları ise o rüzgârların uğultusundan başka bir şey değildir. Asırlar ötesinden gelen bu muhteşem uğultu, yaşarken ve dalacağım ebedi uykudan hemen önce zevkle dinleyeceğim bir ninni olacaktır.


Atsız Atam,


Ne yazık ki sizinle yakından tanışma imkânım olmadı. Fakat yazılarınız, romanlarınız ve şiirleriniz hep ufkumu açtı, yollarımı genişletti. Türk ülküsünün yolları sonsuz olsa da, nihayetinde, ölümle birlikte ecdad ruhlarının arasında mutlaka size diz vurup selam vereceğim günün hayalleriyle avunuyorum. Dünya her ne kadar çekilmez bir karanlık oda gibi gelse de ölüm mutlaka ebedi ışığıyla bana kavuşacaktır. İşte o güne kadar bu koyu gecenin içinde ‘şeref taşan mazimiz’den aldığım kuvvet ve azimle size layık bir insan olmaya gayret göstereceğim. Şu sözünüz düsturum olacaktır:


GÖNLÜNDEKİ YARALARIN KANINI DİNDİR…

YÜZDEYÜZ TÜRK OLDUĞUN GÜN CİHAN SENİNDİR!


Gönülden sevdiğiniz ebedi Türk toprağında nur içinde yatınız, ruhunuz şad olsun!


Alp Eren Baltacı

Gençliğim Eyvah Dergisi, Sayı 2
 
 
  IP adresiniz 18.222.164.11
Google
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol